Saatli Maarif Takvimi Çocukluğum

Bugün ilaç kutusunu çöpe atarken hatırladım: İyi ve kötünün ötesinde, saf, doğal hiç kaybolmayan eşyalardı çocukluğumda bizlerdeki durum. Örneğin: Biten ilaç kutuları oynayalım diye bize verilirdi, dantel yumaklarının içinden çıkan karton tekerlekler, bize örülen kazaklardan arta kalan renkli yünler, dikişlerden arta kalan kumaş parçaları, gazoz kapakları, ciklet çıkartmaları oyuncaklarımız oldu. Çikolata parlak jelatininden takılar, yüzükler yapardık. Koparılan saatli maarif takvim yaprağından yaptığımız gemiler, uçaklar, eski gazeteden yapıştırıcı yerine hamur kullanarak kese kağıtları ve daha niceleri kendi tasarladığımız oyuncaklarımız oldu bizim. Benim az sayıda oyuncağım vardı, daha çok sokakta oynardık. Plastik gelin bebek, tenekeden taksi ve benzerini iki yıl önce Göztepe’deki oyuncak müzesinde gördüğüm mavi üç tekerlekli bisikletim vardı. İlkokul çağlarımda dayım Almanya’dan bebek getirdi, oynamaya kıyamadım vitrinlerde kaldı yıllarca. En güzeli: Babacığımın tahta çıtadan ve kırmızı parşomen kağıttan yaptığı uçurtmalarımdı. Son yıllarda Mardin’de bienalde gördüğüm uçurtmaların yaratıcılıkta geldiği son nokta beni hep gülümsetir.

reyhan-kocabalKeşke daha fazlaca uçurtma festivalleri olsa ama nerde uçurulacak şehirlerde değil mi?

Hiç soba yanan odada uyudunuz mu? Yanan sobanın alevinin tavana yansıyan görüntüsüdür seyrettiğimiz karanlık gecede uyku öncesi.

Oturma odasının duvarına özenle astığı saatli maarif takviminin (veya ülkü takvimi) her sayfasını akşam üzerleri daha gün bitmeden koparır bana getirirdi Babacığım ve yüksek sesle okumamı isterdi. Özlü sözler, şiirler, tarihte bugün, doğan çocuğa isim, günün fıkrası… O zamanlar bazı yerel esnaftan firmalarda gelen manzaralı şirket takvimleri gelmiş olsa da saatli maarif takvimi yıl bitmeden satın alınır, yedeklenirdi. Günlük koparılan sayfaları okuduktan sonra gemi yapardık sonra sobada yanardı. Değişmez akşamüzeri rutinimiz. Soba tazelenmiş erken akşam yemeği yenmiş biraz siesta öncesi durumlar hep aynıydı evimizde.

reyhan-kocabalSaklambaç, ip atlama, 9 taş, çelik-çomak, yakartop, saklambaç sokakta oynadığımız grup oyunlarımızdı. Mevcut şartlara göre kendimize oyunlar yaratıyorduk. Örneğin: Sokağımızın aşağısında ilçeye bağlı D100 bağlantı soluna bakan tepede yoğun olan arabaları saymak da diğer bir oyunumuzdu. Sağdan gelenler senin, soldan gelenler benim gibi iki kişilik oynanan şimdiki tablet çocuklarının asla anlayamayacağı masum oyunlarımızdı. Ailece isim-şehir-hayvan oynardık. Babam balık türleriyle çoğunlukla hep kazanan olurdu. İlkokul beşinci sınıfa gidiyordum, aile dostumuz Rıza amca bana tavla ve pişti öğretti ve hep beraber oynadığımız çok zamanlar oldu. Etrafımızda Satranç bilen yoktu veya okulda da öğrenemedik.

Tek katlı bahçe içindeki evimizin girişteki balkonumuzun tavanına seyyar merdivenle çıkarak tv anteni ayarladık. Televizyon ilk giren evlerden biriydi bizimkisi. Gümrükçü dayımın hediyesiydi orijinal Alman Shaplorenz. Reklamına paralel çok espiri konusu olurdu evde “tak tak tak benim televizyonum Shablorenz” 55 inc kahverengi mobilyalı Alman orijinal ilk televizyonumuz yıllarca evin baş köşesinde, renkli televizyonlar çıktıkdan sonra bile uzunca süre yedekte kaldı, vermeye kıyamadılar. Sonunda gönül rahatlığı ile TV tamircisi babamın arkadaşına hediye edildi.Komşularımız bize akşamları TV seyretmeye gelirdi. Akşam İstiklal Marşı ile açılan 24’te Anıtkabir Töreni ile kapanan tek kanallı TRT siyah beyazlı yıllar.

Çatıya çıkmaya meraklı olan ben giriş balkon çatısına kolilerden kendime ev yapmıştım bir yaz, evcilik oynardım kendi halimde yemeğimi vs. orada yerdim.

Pazar günleri rutinlerimiz hep aynıydı: evi saran çamaşır kokusu, kazan ısıtılan banyo hamamı günü sırayla banyo yapılır, şanzımanlı çamaşır makinesi akşama kadar çalışırdı. Beyazlar minik tüp üzerinde kazanla kaynatılır ve parlak beyaz olması için kendisi mavi olan çivit toz olarak durulama suyuna katılırdı. Bu aşamalar tabii ki elde yıkama ile yapılırdı. Yoğun günde geç yenen öğle yemeği ve o günlerin çoğunlukla menümüzün klasiği su muhallebisi, peynirli & şekerli çırakta (kızartma, hamur, karadeniz yöresi kolay yemekleri olurdu. Ne kadar yapmayı denesek de su muhallebisinde aynı lezzeti bugünlerde hiç bulamadık.

Okullar yaz tatili olunca oyun gibi topluca gidilen mahalle mescit kuran kursları ve cüzü bitiremeden başlayan okul ve sonbahar. Bu yıllarca böyle devam etti gitti ama ben Kur’an okumayı öğrenemedim. En sonunda Anneciğim beni mahalledeki Muesser Hanım Hoca’ya gönderdi ve Kur’an okumasını öğrendim. Bir oyun gibi yapardık her şeyi saygı sevgi paylaşımlı, baskıcı tutumlar hiç yoktu.

Her şeyi bilin lazım olur diyen Cumhuriyet kadını Anneciğim üniversite okumamız için de çok destekliyordu ve iki ablamdan sonra üniversite okuyan tek ben onun yapamadığı hayalini, gerçekleştirmiştim gururla.

reyhan-kocabalÇok fazla kıyafetimiz de olmazdı, çoğunluğunu annem diker veya örerdi. Bir yaşa kadar ablamla aynı model giyindik. Mavi kiloş eteğim, beyaz üzeri yeşil & kırmızı puantiyeli bluzum ve kırmızı rugan ayakkabılarımı hiç unutmam. Ben ilkokuldaydım Abim başka şehirde üniversite okuyordu ve çok değişik ve kaliteli giyinirdi. Eve geldiğinde ondan çekinerek izin alarak forma üzeri baharda giydiğimiz kırmızı süet mont, beyaz havlu kumaştan mont ve mavi kolları deri olan mont ile çok havalı olduğumuza inanırdık.

Bütçemiz kısıtlı olduğundan her istediğimizi alamayan bir aileydik ama yine de çok mutluyduk, seviliyorduk ve değer veriliyorduk. Ailenin en küçüğü olmam da sebep olabilir yapmak istediklerimiz çok kısıtlanmadı. İçimde kalmaması için lisede bando takımındaydım bagetlerim hala durur. Kısıtladıkları bizi korumak içindi veya ekonomik bütçemizle ilgiliydi. Örneğin hiçbir arkadaşıma evde ders çalışmaya gitmedim. Bize gelenleri annem çok iyi ağırlardı; yemeklerine, böreklerine herkes hayrandı. Lise ikide ilk defa gittiğim Anıtkabir ve Ankara okul gezimizi hiç unutamam.

Hiç yazlığımız olmadı, ailece tatile gitmedik. O zamanlar Demir-Çelik fabrikalarının kampları vardı biz onlara da hiç gitmedik. Kendi paramı kazandığımda ilk defa otelde tatil yapabildim hem yurtiçi hem yurtdışı ülkeler görebildim. Seyahat en sevdiğim aktiviteler arasındadır ve öğrenme yöntemlerimden biridir. Karadeniz’de yazlarını geçirenlerden de olmadık. Evimiz tarlamız vardı ama Karadeniz’in nemli havası Annemin astımı için hiç elverişli değildi. İlk defa ondokuz yaşımda gördüğümde Karadeniz’in yeşilinin bana iyi geldiğini daha da anladım ve bu hiç değişmedi. Bu sebeple her fırsatta tabiata koşarım.

İnsanın bazen kendinden bahsetmeye, konuşurken unuttuklarını hatırlamaya ihtiyacı olabilir. Mücadeleci manzarayı değil doğal olanı sevdiğime karar verdim: baharda yeşeren ve yenilenen dağlar, ağaçlar gibi. Belli yaştan sonra insan hep bildiği muhitlerde dolaşmak istiyor ve şehirler başkalaşıyor. Belki bu nedenledir hayatı öğreneceğim insanlar olmalı etrafımda buna gayret ediyorum.

“Çoban şehre gelmiş vitrinlere bakmış, ne çok şeye ihtiyaç duymuyorum demiş dağına geri dönmüş”

İnsan olmanın gereği “işe yaradığını hissetmektir” diyor yazar, çok haklı. Her zaman rastgele iyilik yapmalıyım ve güzel bir şey gördüğümde hemen söylemeliyim vs.

Hayattaki görevim sadece hayatta kalmak değil, gelişmektir ve bunu biraz tutku, biraz iyilik, biraz mizah ve bir tarz ile yapmaktır. Hep kız çocukları ve yaşlılar için bir şeyler yaptım ve artan şekilde yapmaya devam edeceğim.

Bazen de yapılacak tek şey her şey netleşene kadar beklemektir. Meselemiz var ve belki de bu nedenle yazıyorum. Ben değişmeden dünya değişti ben ayak uyduruyorum sadece, acaba?

**duvarda saatli maarif sayfaları olan fotoğraf Ankara Anne Müzesi‘nden ne kadar tanıdık detaylar var hepimizden ve tamamlamak istediğimiz hatıralarımızdan ilaveler.

 

Reyhan KocabalReyhan Kocabal

Yorumlar