Suskunluklar Hatırası , Sonbahar Ekim
Ekim ayı gelince sorgulamalar başlar. Havalar soğur, battaniye mevsimi açılır. Özenle kışlıklar çıkarılır; ceketler, montlar, kazaklar, botlar… Bir renk, bir değişim… Bazen şölen. Bu ay geldi mi hesap kitap defterleri çıkıyor masanın üzerine: Neler yaşandı, neler yaşanacak, neleri ‘başardık’ vs.
Kendime sormadan duramıyorum: Bu sene neler oldu, neler yaptım, ne yapacağım, ne yapmaktayım? Koca sene geçti şükürler olsun sağlığımız yerinde diyebiliyorum.
Hissettiğim ne? Endişe? Heyecan? Sevinç? Merak? Korku?
En çok nerede kaybediyoruz, biliyor musunuz?
Geçmişe takılmakla, beklentilerimizi alamadığımızda olduğumuz yerde dönmeye devam ederek ve ne ise onu(*) düşünmek, onu konuşmak, onunla inat etmekle.
Benzer günler yaşarken zaman kavramını en iyi rutin dışına çıktığımızda anlıyoruz. Yaşadığımız yüzyılın gereği hep hızlı geçen yıllar dönemindeydik. Ancak bu başka bir hız. 2020-2021 Yat- kalk pazartesi-cuma gibi. Zamanı bıraktık mecburen. Kim bilebilir ki yarının dünden güzel olmayacağını. Sabır boyun eğmek yerine mücadele etmek değil miydi?
Enerjimi ve hayal gücümü zorlamayı seçiyorum. Hayat neleri alıp götürürken bize nasıl süprizler getirecek kim bilebilir?
Senenin sonunda hayallerimi yazarım, planlarım. Bitmeyen işlerimi yine yeniden yazarım her yıl bıkmadan usanmadan defterime, aklıma. Zihnimde yapılacakları tekrar ederim. Gönüllü yalnızlık(*) tercihimdir. ( *Başkalarından gelen bilgilere tepki vermeyi bırakıp, nerede olursanız olun kendi düşünce ve deneyimlerinize odaklanma olarak tanımlanıyor.)
Tecrübe ne kadar çok yaşadığınla değil, ne kadar derin yaşadığınla ilgilidir.
Ne zaman eskidik? Ne zaman dağıldık?
Nasıl yıprandık, değiştik?
Yaşamaktan vazgeçmeden neleri ıskaladık?
“İnsanlar, sürü halinde hep söylenildiğini düşünür, sürü halinde çıldırırlar, ancak akıllanmaları tek tek ve yavaş yavaş olur.”Charles Mackay
Ekim ayı hep yaprak dökümleri yaşıyoruz bir devir kapanıyor. Büyüklerimiz, sevdiklerimiz, gidenler, kalanlar… Yaşamı daha fazla sorgular olduk.
Bol yürüdüğüm zamanlar gözlemliyorum ve düşünüyorum. Tabiat yeniden doğuş için hazırlanıyor. Galiba biraz bu moddayım, her şeyi yüklüyorum, downloading durumdayım. “Ceset misin tohum mu toprak işini biliyor zaten.” hep aklımdadır. Nereye bakacağımı biliyorum. Tabiat, sanat, müzik ve dostlar, ruhumu sakinleştiren şey!
Hayranlığım değişmeyen, seksi, alımlı, kaprisli şehrimin bir parçası kalarak nerelerden geldik, nereye gideriz meçhul. İstanbul mu beni arkasına aldı ben mi onu?
Şaşırmayalı çok oldu. Neler azaldı, neler geldi, yeni ne var hep meraktayım. Rakamları görünce sosyalleşmeleri erteliyorum yine yeniden. Çünkü bilim adamları kış için çok olumlu konuşmuyor. Tedbirleri alarak anda yaşayalım görelim. Çünkü aradığımız cevaplar hep beklemediğimiz anlarda çıkıyor karşımıza.
Özenip bezenip sabahlara kadar mekan mekan dolaştığımız günler, kaçırılmayan eğlenceler uzakta kaldı. Manzaraya sırtımı dönerek yaşıyorum gibi bir durum benimki. Geldim ama yine de çok özlüyorum şehrimi.
Huzurlu, mücadeleci, anlayışlı ama inatçı dirençliyim. Mutluyum ama yüreğimin kösesinde hep bir hüzün var. Sakin ama içinde fırtınalar kopan iyi ve özşefkatli bir yaşam tercihim.
Yaş mı yoksa yaşlanmış dünya mı?
Bazen hiçbir şey yapmıyormuş gibi geçiyor günlerim. Kararlılığım inat sayılmasın. Tahammül ediyorsam anlayış gösterecek değilim her zaman. Her şey hepimizin başına gelebilir ancak konfor alanından çıkmadan yüksek performans beklenilemez.
“Kaplumbağaların yol hikayeleri tavşanlarınkinden daha çoktur.” der Halil Cibran
Aldığınız mesafe değil biriktirdiğiniz hikayedir önemli olan. Denemek ve hayatın tadını çıkarmak amacımız. İnsan gördüklerinden, duyduklarından, konuştuklarından sindirmeden nasıl bir şey çıkarabilir ki ortaya?
Biz seçmeden başımıza gelen şeyler vardır. Her yaşadığımdan bir ders, bir öğreti, bir pozitif taraf , bir güç çıkarmaya bakarım. Yeşil ve mavi olmadan olmaz boğulur ruhum. Oldum olası tabiat görüntüsüne ulaşamayacağım veya dokunamayacağım mekanlardan kaçarım.
Zamanı, mekanı, yaşı olmayan hayat neredesin?
İnsanlar gelsin, birbirine karışsın, hayat devam etsin ve coştukça coşsun yeter ki organize edilsin kurallar olsun birlikte yaşama hukuka sınırlar olsun.
Doya doya, soluk soluğa, sindire sindire, içine çeke çeke, varlığına şükrederek, dua eder gibi yaşayabiliyor musun?
Mücadeleden keyif alanlarız biz.
Moran Cerf’in mutluluk araştırması söyle özetlenmişti:
Maddi imkanlarımız, edindiğimiz tecrübeler bizleri daha mutlu bireyler yapmıyor. Bizler, mutluluğa giden yolun doğru kararlar vermekten geçtiğine inandığımız için tercih süreçlerinde gereğinden fazla stres yaşayabiliyoruz. Gerçekte ,mutluluk seviyemiz birlikte vakit geçirmeye karar verdiğimiz kişi veya kişilere bağlı.
“Pişman olmaya vaktimiz yok. Kendimizi affedip devam etmeliyiz.” Anthony Hopkins
Ben mutluluğun daha çok kişinin kendisiyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Yani dünyaya ve yaşama bakışıyla ilgilidir. Dış etkenlere yani çevreye de bağlı olarak insan da hep aynı insan olarak kalmıyor. Bir arada bulunmayı seçtiğimiz insanlar, bizi değiştiriyor.
Yazmak mücadelemdeki en büyük silahım. Ha bir de kıskanılacak kadar çoktur merhametim :)