Lüks Nedir?
Ne eksik ne fazla. Hayatım boyunca tırmandığım yokuşlar, yürüdüğüm yollar, tanıdığım insanlar, yaşadığım şehirler bana ne öğretti?
Bütün deneyimler aslında dengede miydi?
Pişmanlıklar gereksiz miydi? Terazinin ucu eşit miydi?
Ektiğim kadar biçtim mi? Veya verdiğim kadar aldım mı?
Yok dedim yok oldum, varlığa inandım var oldum mu?
Hep bir dengede miydim, sendelediğim anlar bile?
Gerçek şu; tek öğrendiğim şey sadece hayat akar. Bir gün “mutlak doğrum budur” dediğiniz şey, yarın bize mutlak manasızlık olarak gelebiliyor. Hayallerimizin başrolünde olanlar şaşırtabiliyor mesela.
Bir yıl önce kutsalımız olan şey gün gelip ‘yabancı’ olabiliyor. Kimse vazgeçilmez değil ki bu hayatta.
“Yapabileceklerini boşver, yapabildiklerini yap.”Oruç Aruoba
Ağlamayı, gülmeyi, acı çekmeyi, mutluluğu aynı anda yaşamayı ve en çok da şükretmeyi öğrendik. Peki bu durumda yaşadığımız günlerin değeri ne ile ölçülür?
Önemli olan, doğruluk, dürüstlük, merhamet, fedakarlık ve cesaretle atmış olduğumuz her adımla, başka yaşamları zenginleştirmiş olmamızdır.
Önemli olan ne aldığımız değil ne verdiğimizdir.
Önemli olan öğrendiklerimiz değil öğrettiklerimizdir.
Önemli olan yeteneklerimiz değil karekterimizdir.
Önemli olan kaç kişi tanıdığımız değil biz gittiğimizde ebedi bir yoksunluk hissedecek olan insanların sayısıdır.
Önemli olan, hatıralarımız değil bizi sevenlerin kalbinde yaşayacak olan hatıralarımızdır. Gerçeği kabul etmek en kötüsü mü?
Bana göre en büyük lüks, olmak istediğini olabilme hakkıdır.
Sordum kendi kendime: ‘Yapmayı sevdiğin şeyi bularak yapabiliyor musun?’ Zaman ilaç değil, insan unutkan …
Kalbimi salıvermeyi seçiyorum
Bir kanat, bir fener, bir umut olsun.
Göze almayı seçiyorum ki
Bana tohum olarak gelsen
Benden sonrakinde çiçek açsın,
Ve bana çiçek olarak gelen
Meyve versin bir sonrakinde… Markova
“Cenneti Şimdi Burada Yaşıyorum’’ dedi.
Şikayet etmeden önce sahip olduklarını düşünmek lazım derdi melek Babacığım.
İnsanın vatanından, evinden, çocuklarından yıllarca ayrı kalarak söylediği ‘şimdi cenneti yaşıyorum’ cümlesini Türkmen gündüzlü bakıcımızdan duyduğumda, kötünün iyisi herhalde diye düşünmüştüm. Her yabancı bakıcımız ayrı bir hikaye ama Türkmenistan’dan gelenlerde de hep benzer hikayeler duydum.
Seyahatlerimiz dışında bizde gündüzleri yardımcı oluyordu. Yatılı kaldığı bir akşam anlatmak istedi ‘Yazabilirsin’ de dedi. Hiç sözünü kesmeden dinledim.
Kaldığı evin kızını yıllardır tanıdığı halde anlatmamıştı. Demek ki ben o güveni vermiştim ona, mutlu oldum. Ne de olsa en kıymetlim için bir arada bulunuyorduk.
(K) sağlık lisesi okumak için köyünden şehre yatılı geldiğinde güvendiği baş öğretmeninin davetine gittiğinde kaçırılacağını bilemez. Ondokuz yaşında, saflığın ve cehaletinin kurbanı olmuş. Güvenmenin cezası, ailesinin sahiplenmemesi yıllarca dayak, kötü muamele ve iftiraya uğramasını şimdi gözü yaşlı ‘hikayemi size anlatmak istiyorum’ diyerek anlattıkça rahatlıyor gibiydi.
Evine çocuklarına bakmayan sarhoş dayakçı eş, ruslarla gününü gün etmiş. Evinde çiğ börek yaparak çocuklarına bakmaya çalışan (K), Çocuklarını büyütmüş, torun sahibi olmuş yine onların ve kendi geleceği için evinden toprağından, vatanından sevdiklerinden uzakta yıllardır İzmir’de yaşlı bakıcılığı yapmaktaydı.
Sürekli gece yatılı kaldığı evde belirli bir yatağı dolabı bile yoktu. Salonda kanepede uyumaktaydı. İstediği şeyleri kazandığı para ile özgürce yapabilmesi ona bu huzuru verebiliyordu; “cennet” dediği buydu. Yaş ne olursa olsun sevgiye ilgiye ihtiyaç vardı. Onun burada bir erkeğin ilgisi, desteği, günlük telefonla aranması, nadir de olsa bir araya gelmesinin verdiği mutluluğu anlatmıştı. Sevgi bu olmalı diyordu; beklenti olmadan ilgi, merak, emek…
Oldukça bakımlı, hijyene önem veren toplum içinde nasıl davranmasını bilen biri olarak bize gündüz destek oluyordu. İnsan çevresindeki mucizeleri görebildiği kadar mutlu olur ve bunu etrafına yansıtabilir ışığıyla, sevgi ve şefkatiyle.
Yıllarca İzmir’de yaşamış, İzmir’in köyünden göç etmiş yerli bakıcılara göre kendini konuşma, görgü konusunda oldukça geliştirmişti. Benim tezim burada da geçerli galiba dna’larla gelen alışkanlıklar değişmiyor.
Artık bu dünyanın zengin, karizmatik değil empatik, iyileştirici şefkatli ve hassas kalpli insanlara ihtiyacı var.