90’lı yıllarda, çalışarak bir şeyler başarabileceğimize inanarak çıktık yola. Hani kalamozaların son dönemi PC yeni tanışılan cep telefonunun çıkmasına beş yıl kala. Yaşama isteğimiz güçlüydü; cesaretle, düşe kalka, çarpa çarpa ilerledik. Bazen cevapları bulduk, bazen bulamadık; bazen de cevaplar zamanla değişti.
Kendini tanımak bir konfor alanı değil, harekettir. Yıllar geçtikçe fark ettik ki, sorular davranışlarımızı, davranışlar alışkanlıklarımızı, alışkanlıklar ise karakterimizi şekillendiriyor. Doğru cevaplardan önce doğru soruları sormayı öğrenmek gerekiyordu. Ve bu hayatın her alanında kendimizi yeniden tanımanın en güçlü yolu oldu.
Gerçek yolculuk aynada başlar
Bugün, ellili yaşlarımızı geçince, o zamanlardan farklı olarak kendimize dönüp aynada kendimize soruyoruz: “Ben kimim?”
Evet, bu biraz içsel bir yüzleşme. Çünkü bir tane “ben” yok. Değişen, gelişen, dönüşen birçok “ben” var. Kendimize verdiğimiz sözleri; tuttuklarımızı, tutamadıklarımızı, niyetlerimizi ve gerçeklerimizi sorgulamanın tam zamanı belki de şimdi.
Verdiğimiz sözlerin arkasındaki niyet nedir?
Bu sözler, kendi gerçeklerimizle ne kadar örtüşüyor?
Sözümü tutamadığımda bunu itiraf edebiliyor muyum, yoksa bahanelerin arkasına mı
saklanıyorum?
Bu sorular yalnızca içsel bir yüzleşme değil; kişisel markamızı, profesyonel duruşumuzu ve hayata bakışımızı da şekillendiriyor. Çünkü doğru cevaplar bulmaktan çok, doğru soruları sormak hayatı anlamlı kılıyor.
The Tiger (Gucci) filmde geçen “Bir çok şey olmak istiyorum?” Cümlesi hayalin ve tutkunun derinliklerine çok şey anlatıyor. Her şeyi kontrol etmeye çalışmanın verdiği mücadele, aslında tutkunun sizi yönlendirmesine izin vermeniz gerektiği anlamına geliyor ve bu çok ikonik!
Her insanın seni farklı bir şekilde tanıması ilginç değil mi?
Birine göre sessiz, birine göre delisin. Birine göre sıcak, birine göre uzak. Hepsi doğru çünkü kim olduğun kiminle olduğuna göre değişiyor.
Sorular Değişmiyor, Biz Değişiyoruz
Siz de zaman zaman cevabı zor soruların içinde kayboluyor musunuz?
Geçmişe ait bir odaya girme cesaretiniz var mı?
Ya da kendi iç dünyanızda bir kuyu kazmanız gerekiyor mu?
Sorular hiç değişmiyor; değişen biziz. Her dönüşümümüzde, aynı sorulara farklı cevaplar veriyoruz. Belki de iyi olmak, doğru soruları sormayı öğrenmekten geçiyor.
Sessizlik Bir Farkındalık Hâlidir
Bazen en iyi strateji sessizliktir. Söylemek zorunda olup da söyleyemediklerimiz, boğazımızda bir düğüm gibi kalır. Bazen de içimizden “Boş ver, geç. Sus, böylesi daha keyifli. Anlatsam da
anlamaz ki.” deriz.
Ama sessizlik, edilgenlik değildir; farkındalıktır. Olgunluk ve profesyonellik dedikleri de tam olarak budur. Beklemek, düşünmek ve kendine alan açmak çoğu zaman harekete geçmekten daha büyük bir eylemdir.
Altı Kişi Teorisi
“Ben kimim?” sorusu basit görünebilir ama cevabı sonsuzdur.
Çünkü iki kişi bir araya geldiğinde, aslında orada altı kişi vardır:
- İkisi, kendini sandığı kişi,
- İkisi, karşısındakinin onu sandığı kişi,
- İkisi de, gerçekte oldukları kişi.
Kendini tanımak, olduğun yerle olmak istediğin yer arasındaki yolda kaybolmadan yürümektir.
Kahraman olamayacak kadar korkak ama korktuğunu söyleyebilecek kadar cesur biri misin?
Vazgeçme hakkından hiç feragat etmemek doğru mu?
Birine yol göstermek, aslında kendine yol göstermek değil midir?
Yavaşla Ama Durma
Ne durduk yere dikkat çekecek kadar hızlı, ne de oyalanıyor gibi yavaş; Bir an önce varmak isteyenin temposunda ama bilinçli yürü. Boşlukla yüzleşemiyorsan koş; sessizlikten kaçıyorsan zıpla. Ama hareket et, çünkü hiçbir yerde olmamanın sıkıntısına boyun eğmemelisin.
Otur, bekle, soluk al. “Yavaşla”, “Anı yaşa” diyorlar — evet, ama durma. Hiçbir şeyin dikkatini dağıtmasına izin verme.
Hayatta bazen müdahaleci, bazen kabullenici, bazen mücadeleci, bazen sorgulayıcı olmalıyız. Doğru soru “neden?” değil, “nasıl yapılır?” olmalı. Tutku, ancak merak ve cesaretle birleştiğinde yeniye kapı açar.
Gerçek, Söylenmeyenin İçindedir
Önce sen değiş, sonra dünya sana ayak uydurur.
Gerçek nedir?
Aslında ne olduğu değil, insanların ne bildiğidir.
Erdal İnönü’nün dediği gibi: “Gerçeklerin eninde sonunda ortaya çıkma gibi bir huyu vardır.”
Hayal ile hayat birbirine yakın ama asla değmeyen iki çizgidir.
Beklenilmeyeni beklemeye ne dersin?
Peter Drucker da der ki: “Gerçek iletişim, asıl söylenmeyeni duymaktır.”
Kendini Tanımak Bir Konfor Alanı Değil, Harekettir
Olgunluk; kalben hassas, zekân işlek, ruhun huzurlu, kanın sıcak akmasıdır. Ama esas mesele, kendimizi nerede konumlandırdığımızdır. Kendini tanımak, bir konfor alanı değil; harekettir, değişimdir.
“Olmamız gereken şeyi, olduğumuz gibi kalarak olamayız.”
Herkesin yaptıklarını onaylamasını bekleme; kazanmak, farklı olmaktan geçer. Sistem senden uyum bekler, ama gerçekten güçlü olanlar uyumsuz olmayı göze alanlardır.
Kendini tanımak, kaybetmekten korkmamakla başlar. Bazen dibe vurmak, yeniden doğuşun zemini olur. Feragat edilmeden, bedel ödemeden hiçbir şey olmuyor. Ama dönüştüğünde, kendin olduğunda artık kimse seni kolay kolay yıkamaz.
Son Soru
Bir gün aynaya baktığında kendine sor:
“Ben kimim?”
“Neden bu yoldayım?”
“Beni besleyen duygu ne?”
Hedefim artı bir yer değil yeni bir görme biçimi
Mükemmel olma çabasını bırak, çok yorucu. İyi ol, yeni ol, tek ol. Benzersiz olmanın gücü, sana kim olduğunu hatırlatır. Yol bitmez; insan ölür. Ama yolun anlamı, sorularında gizlidir.
Kendini tanımak, cesaretle dönüşmektir. İşte bu, insanın kendine verebileceği en büyük sözdür. Çünkü değiştirmediğin şeyi, aslında seçiyorsundur.
Atatürk, 1914 yılında çocukluk arkadaşı ve daha sonra yaveri olan Salih Bozok’a bir mektup yazar. Mektubunda, “Bir Fransız şair hayatı şöyle anlatıyor” diyerek satırlarına bir şiir ekler:
La vie est brève / Un peu de rêve / Un peu d’amour / Et puis bonjour
La vie est vaine / Un peu de peine / Un peu d’espoir / Et puis bonsoir
Yani:
Hayat kısa. Biraz rüya. Biraz aşk. Ve sonra merhaba.
Hayat boş. Biraz acı. Biraz umut. Ve sonra hoşçakal.
Dizelerin ardına da şu notu düşer:
“Salih, bunları ezberle. Ve sen hayatı nasıl anladıysan, ona göre bunlardan birini benimse.”


