Bazı olayları duyar, okur, dinler, seyrederiz ve hiç bizim başımıza gelmemiş veya gelmeyecek zannederiz. Ahlanır vahlanırız; çekilen travmaları oturduğumuz yerden, hızlı yaşarken eleştiririz. Herkesi ‘’o anki ‘’ kendimiz gibi biliriz.Geçmişte ne yaşandı, niye yaşandı bilmeden eleştirerek güncel durumu yargılarız. Keşke mümkün olsa da her zaman biraz yavaşlayabilsek, hatta durabilsek, düşünsek ve araştırabilsek. Maalesef bu her zaman mümkün olmuyor.
Lüks; “Olmak istediğini yapmak istediklerini yapabilme hakkıydı” yazmıştım bloğumda. Yavaşladım ben, onbeş yıl oldu. Hatta son yedi yıl durdum. Daha çok okuyor, daha çok dinliyor ve daha çok soru soruyorum.
Davranışlarımızın temelinde neler olduğunu, geçmişin bugünden yeniden şekillendiğini öğrendik. Bugün geçmiş hikayeleri, neler yaşandığını farklı kaynaklardan mümkün oldukça tam öğrendiğimizde ve anlamaya çalıştığımızda geçmişi anılarımızda yeniden yazıyoruz. Bugünlerde yaşadığım tam da bu. Dr. Gabor Mate videoları ve kitapları beni tam uyandırdı.
Günümüzde sosyal medyanın olumlu katkıları sayesinde yerli ve yabancı onlarca video izliyor, öğreniyor, değişiyoruz. Bedava terapi dersleri alıyoruz. Kendimizi tanıyor ve dönüşüyoruz. Hatta hepimiz felsefe yapmaya başladık; daha çok sorgular olduk bunu çevremde de gözlemleyebiliyorum.
Uzmanlar diyor ki; yaratılışı gereği çocuk, ebeveynlerinden koşulsuz sevgi beklermiş. Melek Babam yetmiş yaşına da gelse annesinin dizine yatar başı okşansın isterdi. Babaannem bizim anladığımız anlamda duygularını pek gösteren biri değildi. Bu sebeple onu çocuk yaşımda hep eleştirmiştim. Bugün yaşım yarım asır olan ben ancak anlayabiliyorum ki babaannemin içindeki travma, masumiyet belki suçluluk duygusu onun gerçek duygularını göstermesini engellemişti ve hiçbir zaman duygularını babama karşı tam gösterememişti. Babamın başını tam olarak onun istediği gibi hiçbir zaman okşamamıştı. Bu tarafı babamın sevgide hep eksik kalmıştı ve bunu hep söylerdi.
Annem ve Babam, Anneannem ve Babaannemin ikinci evliliklerinden dolayı kendi ebeveynlerinden eksik kalanları birbirlerini çok severek, birbirlerinin her şeyi olarak ve etraflarına sevgi saçarak tamamlamaya çalışmalarını şimdi daha iyi anlıyorum. Hikayeleri Civra, Argofa, Zahra’da başlıyor.
Civra’dan Hasan yakışıklı bir o kadar da çapkın bir delikanlıdır. Odun toplarken Sargona’da Fatma’ya türküler atarak gönlünü alıyor ve evleniyolar.
Hasan & Hüseyin kardeş Civra’lı balıkçı kardeşlerdir. Bir sabah balığa giderler ve bir daha geri dönmezler. Hasan daha onsekiz yaşındadır. İğneada yakınlarında boğuldukları haberi Civra’ya ulaşır. Hasan’ın karısı Fatma altı aylık hamiledir. Büyükler çocuğa bir şey olabilir endişesi sebebiyle öldüklerini aylarca Fatma’dan gizlerler.
Fatma Civra’da bir erkek çocuk dünyaya getirir. Adını Hızır koyarlar. Fatma’ya eşinin ölüm haberi verilir ve çok geçmeden kayınbiraderi ile evlendirilmek istenir. Buna itiraz eden Fatma, çocuğu ile babasının evine dönmek ister ancak abisi çocuğun gelmesini istemez. Fatma çok üzülür ve defalarca zehirli ot içerek ölmek ister, kendisini uçurumdan atmaya çalışıp her defasında kurtarılmıştır.
Sonunda çaresiz kalmış ve Hızır daha altı aylıkken nikahsız kuma olarak çocuk doğurması amacıyla Tufan ile evlendirilmiş ve tepe köy olan Sarıgona’ya gitmiştir.
Civra’da daha üç aylıkken babasız ve annesiz kalan Hızır’ı amcaları ve büyük nineleri büyütmüştür.
Hızır’ın dayısının kızı Yaşar’da sekiz dokuz yaşlarında kunduracı babasını hastalıktan kaybetmiştir. Yaşar, Annesi, bekar olan Dayısı ve Teyzesi ile birlikte Argofa’da deniz kenarındaki evlerinde yaşamaya başlamışlardır. Rahatları yerindedir. Yaşar, anılarında yaşadığı çocukluk evini şöyle anlatır: “Dayıma İstanbul’dan gazete gelirdi. Herkes ona danışırdı. Evimizin duvarları duvar kağıtları ile kaplıydı”.
Dayısı vefat ettiğinde Yaşar daha on yaşında iken çevre ve büyüklerin baskısı sebebiyle annesi ikinci evliliğini yapmış ve Anaraş’a gelin gitmişti. Yaşar Argofa’daki evlerinde bekar olan Emine Teyzesi ve Anneannesi ile yaşadı. Annesi evlenip gitse dahi her zaman ziyaretlerine gelir ve bir şeyler getirdiğinden bahsederdi. Yaşar, annesinin evlenmesini şöyle anlatır: ” İlkokula gidiyordum ve evimize sürekli birileri geliyordu. Benim yanlarında kalmama izin vermiyorlardı. Birgün eve geldim annem yoktu ve cebinde taşıdığı yukarıdaki evin (kaledeki) anahtarı duvarda asılıydı. O zaman her şeyi anlamıştım”.
Çok zeki ve güzel olan Yaşar, ilkokulu bitirdiği yıl 1940’larda üç yıl daha okumak ve öğretmen olmak üzere Trabzon’a yatılı okula gitmek istemiş; büyükler “kız kısmı okumaz, hem de yatılı huuu!” diyerek engellemişlerdir. Yaşar’ın okuma azmi hep içinde kalmıştır. Kendi çocuklarının okumasını desteklemiştir. Yetenekleri, yaratıcılığı ve becerikliliği ile yaşadığı şehirlerde komşularının, arkadaşlarının “Fikir Teyzesi” olarak anılmıştır.
Fatma, balıkçılık yapan ve Civra’da amcalarıyla yaşayan oğlu Hızır’ın durumuna üzülmüş ve onsekizine gelmeden 1946’da dayısının kızı Yaşar’la evlenmesine ön ayak olmuştur. Hızır, Yaşar’ın Teyzesi ile yaşadığı Argofa Sahil’deki eve “iç güveysi” olarak anılmasın diye dededen kalma kaledeki eski evi elbirliğiyle hazırlamışlardır. İkinci Dünya Savaşı macırlık sonrası yıllardı ve fakirlik/yoksunluk zamanlarıydı. Sepet ile düğün alışverişine gidilmiş, yorgan alınmış, komşularda destek olarak yeni gelin/damada dededen kalma Zahra’daki evi hazırlamışlardı. Hızır dört yıl İstanbul’da askerlik yaparken Yaşar kendisi de ustalık yaparak evi tamir ettirmişti. İşte o ev gitmesekte kalmasakta bizim köyümüzdü ve sevgi her şeyin ilacıydı. Bu sevgi ile altmış beş yıl aynı yastığa baş koydular.
Harika bir öykü tabi gerçek,şimdi düşünüyorum da benim annem ve babam in da hemen benzer hayat hikayeleri var evet o kuşak kurtuluş savaşı sonrası tranvalar sevgisiz ya anasız ya babasız büyümüş ebeveyn lerbsimdikilari pamuklara sardikca tatmin olmayan bir çağ biz ortada kanaatkar bir nesil .