Sürdürülebilir Yaşam_Sustainable Life

Sürdürülebilir Yaşam_Sustainable Life

“Ucuz mal alacak kadar zengin değilim.” Bu cümleyi ilk sanırım üniversite okurken duydum. Kendi paramı kazandığımdan beridir uygulamaya çalıştığım kuralım oldu. Hatta tekstil sektöründe yedi yıl çalışmış olsam da hızlı moda “fast fashion” tercihim yok denecek kadar azdır. Yirmi beş yıldır giydiğim ceketlerim, eteklerim var. Bedenim çok değişmedi, az yiyor ve çok yürüyorum.

Çocukluğum toprakla ve doğayla hep iç içe olduğumuz ilçede geçti. Şimdilerde gündemden düşmeyen sıfır atık olan tasarruflu bir evde büyüdüm. Mutfaktan çıkan sebze meyve çöpleri, yumurta kabukları bahçeye gömülür verimlilik artırıldığını annemde görmüştüm. “Kompos”muş adı; doksanların başında Almanya’da yaşarken öğrendim. Çocukken sobayı tutuşturmak için kullanılan kağıtların yok olması çelişkisini düşünürdüm. Bir yanda bizim olsun olmasın toprağın her boş alanına dikilen ağaçlar, bir yanda sobayı tutuşturmak için yakılan ağaçtan üretilen kağıt çelişkisi.

Kömür sobasını odunla tutuşturmak için çıra olmadığında kağıt kullanmaktan başka çare yoktu. Çoğunlukla bu iş için kullanılan kağıt bizim eski ve kimsenin kullanmadığından emin olduğumuz okul kitaplarımız ve defterlerimizdi. Ablamla aramızda üç yıl olmasına rağmen sürekli kitaplar değişirdi ondan kalan çok az kitabı kullanabiliyordum. Onlar da çoğunlukla seçmeli derslerin kitaplarıydı. O zamanlar yaşadığım ilçede sanayinin etkisi ve kömür yakıtı sebebiyle hava kirliliği kışın ciddi bir sorundu. Son yıllarda doğalgazın gelmesi ile kısmen temizlendi havası.

Son yedi yılın altı yılı iki valizle evimden uzakta yaşadım. Sadeleştim ben. Olabiliyormuş öğrendim aslında: iki tişört, iki elbise ile yaz geçiyormuş. Kurumsalda 09:00-17:00 çalıştığım yıllar kıyafete ayakkabı ve çantaya ne kadar çok yatırım yapmışım. Bir servet yatıyor dolaplarda. O zamanlar öyle gerekmiş demek ki. Bugünlerde sürekli kullanamadığım, ara ara ve karmakarışık yaşadığımız mevsim dönüşlerinde düzenlediğim dolabımda beni sinirlendiren gerçekler; çok fazla ökçeli ayakkabılarımın oluşu oldu kendimi eleştirim.

Nasıl bir dünyada yaşamak istediğimi on yıl önce yazmıştım “Benim Cennet Dünyam” **

Bu yazım beş yıl önce ilk kitabımda basıldı. Şimdilerde sıklıkla duyduğumuz “Sürdürülebilir Yaşam”a ne kadar çok uyduğunu gördüğümde gülümserim. Bir yandan da bireysel ve toplum olarak ne kadar fakir ve aynı zamanda cahil kaldığımızı, geleceği düşünmeden günü yaşadığımızı fark eder üzülürüm. Hala kimi evlerde şakır şakır su ile elde yıkanan bulaşıklar, sokakta yıkanan halılar, çöpe atılan ekmekler, eskiler**, eşyalar vb.

Gazetede “Belki de fazla uzmanlaşmamak gerekli” yazıyordu. Bilgilenmek kafa karışıklığı sanki.
Bizi zengin yapan kazandıklarımız değil de muhafaza ettiklerimiz midir?
Hiçbir kaçış gerçekleri ortadan kaldırmıyor. Kendimizi tekrar hatırlamak ve yaratmak için eşyalara ihtiyaç var mıdır?
Anılar aslında eşyalar mıdır, hisler midir? Vazgeçtiklerimiz bizde ne bırakır?
Önemli olan azalırken çoğalabilmekte bence.

Minimal yaşam tarzım ile biriktirmeyi sevmediğimden pandoramda fazla şey yok.

Şimdilerde annemin küpeleri, lisede çaldığım okul bandosu bagetlerim, küçüklük sadece iki adet fotoğrafım, üniversitede giydiğim süveterim, babamın el örgü hırkası, annemin şalı, yazılarımın taslağı olan onlarca defterlerim vb. hazinem. Sizin pandoranızda neler var?

Dijitalden önceki dönemler şehir ve aile fotoğraflarının sarraflarda sürünmesi sonra yok olması hatta yakılması konusunda bir şeyler yapılmasını çok önemsiyorum. Birkaç fotoğrafçı ve mimar çalışmaları var ancak farkında mıyız bunlar kültür, şehirleşme ve gelişim arşivimiz.

Miras kalan  evler, eşyalar, kostümler, el sanatları yani eskiye** kıymet vermek, korumak, bakımını sağlamak, benzer şekilde yaş almış insanlarla yapılan sohbetlerin paha biçilmez değerliliği gibi. Zanaatla yapılan hiçbir şey kaybolmasın, kalan olmasın, yaşasın isterim. (Deneyim, ustalık, el becerisi gerektiren tüm işlere, zanaat adı verilir.)

Hayatımı kendi içimden geldiği gibi düzenlemek; “elalem ne der, ay hata yapar mıyım, şimdi kim uğraşacak” gibi sayısız düşünme ve hissetme kalıplarım olmadan bize empoze edilen fikirler, ürünler, yaşam stillerinden adım adım uzaklaşıyorum ve koparılmış çiçeklere değil saksıdaki çiçeklere odaklanıyorum; Tavsiye ederim…

**BENİM CENNET DÜNYAM

İnsanlar hep gülüyor ve mutlu. Basit ama şık ve temiz giyimliler. Çiçekler hep bahar ilk ve sonbahar. Kar için ormanları takip ederek teleferikle bir iki saatte dağlara gidilebilir.

Para yok ancak herkes üretiyor yaptığı her eylem için emek/kazanç hak ediyor. Bu kazanç her istediğini alabiliyor değeri ölçüsünde. Emek, para birimi.

En çok kazananlar sanatçılar ve mucitler, onları öğretmenler takip ediyor.

Suç oranı hiç yok. Güvenlik birimleri işleyişi kontrol eden denetçiler konumunda. Yönetimi isteyen yapabiliyor; minimum veya maksimum süreleri var. Bir emek kotası da burada uygulanmakta.

Eğitim, ulaşım, sağlık; her şey herkese eşit şekilde açık. Yoğunluk ve planlama rezervasyonla sağlanıyor ve zamanına kadar emek biriktiriliyor.

Çoklu din çoklu lisan isteyen, istediğini istediği şekilde yapabilir. Tek şart diğerini rahatsız etmeden davranabilmeleri. Gerçek özgürlük burada, istemedikleri hiçbir şeyi yapmak zorunda değiller.

Bazı kurallar var demiştik. Üretmenin yanında herkes en az bir sporu sürekli yapacak veya yapılmasını öğretecek. Yürüme kotalarını aşanlara da ekstra gelir yazılıyor.

Burada herkes satranç oynuyor, bisiklete biniyor, kayak yapabiliyor; diğerleri isteğe bağlı.

Herkes herkesi seviyor ve saygı gösteriyor. Tek eşlilik ve maksimum üç çocuk kuralları var. Genelde kasabalar büyük bahçesinde hayvanları olan büyükleriyle, atalarıyla bir arada yaşanan evlerden meydana geliyor. Kasabalar uzak değil, bol hasatlı tarlalarla birleşmiş durumdalar. Şehirleşme planlı, yollar paralel, yeterince park yeri var. Hijyen çok önemli. Su tasarruflu kullanılıyor, arıtma var. Her şey organik. Geri dönüşüm çok iyi uygulanıyor, çöp yok denecek kadar az.

reyhankocabal-surdurulebilirlikEskiye çok değer veriyor ve rağbet ediyorlar. Antikacılık, arşiv ve koleksiyonculuk çok rağbet görüyor ve korunuyor.

Teknolojiye çok meraklılar ve çevreyi koruyacak şekilde A++++++ ürünler kullanılıyor.

Bağış çok yaygın; belli günlerde ihtiyaçlar değiş tokuş yapılabiliyor. Minimal bir tarz yaygın.

Hayaller gerçek olsa…

ESKİ (yazımın tamamı kitabımda mevcuttur )

………………Uzun zamandır kafamı kurcalayan “eski”ler. Sahibi ölünce eşyalar kimlik değiştiriyor doğruymuş.

Uzun seyahatlere çıktığında dolabındaki eşyalar da öksüz kalıyor.

Buna tanıklık etmek acı gerçek. Bu gerçekle çılgın alışveriş yapmanın anlamsızlığını kavradım geç de olsa.

En büyük zenginlik yaşadıklarım demiştim zaten. Fotoğraf çektirmeye mesafeli oldum hep. İnsan aynadaki kendi ile mutlu ise yeterli. Kaybettiğim canların fotoğraflarına da öyle uzun uzun bakamam. Bizim aile bir araya geldiğinde uzun uzun eski albümlere bakarız ve çok eğleniriz. Hiçbir zaman bitirilemez bunlar ancak verdiği haz bambaşkadır. Birlikte gülmek birlikte ağlamak karışımı. Birlikte yapılan şeyler zaten insanı hep iyi hissettirmez mi?

Anılarda hafızamda, hatırladıklarım. Hafızamda film gibi yaşadıklarım var. Bazılarını hatırlamama sebebim nedir acaba? İlgimi çekmeyen, beni mutsuz eden anlar silinmiş fakat unutmak isteyip de unutamadığım o kadar çok şey var ki. Çelişki değil midir?

Ne olursa olsun ortak yaşanmışlıkla ilgili eğer kareye dahil olduysam fotoğrafları hiç yok etmedim.

Aksi durum kendime söylemekten kaçtığım gerçeklikle yaşamak olmaz mı?

Yaşarken mutlu anları çoğaltmaya gayret ettim hep. İdare etmek kavramı bizim ailede kalıtsal özellik annemden. Mutlu ol, mutlu et, aşırı vericilik çok da doğru değil aslında. 

Nereye koyacağını bilemediğin, özenle çerçeve aldığın fotoğraflar sonradan gelenler için hiçbir şey ifade etmiyor. Kullanmaya kıyamadığın, satın almak için özverili zamanlarını harcadığın eşyalar da aynı kadere sahip gibi.

Biz millet olarak eskinin hiç kıymetini bilmiyoruz zaten. Boz-yap özensiz, uzun düşünülmemiş, üzerinde çok kafa yorulmamış benzer işler ortalıkta hep. Keşke herkes koleksiyoner veya arşivci olsa.

“Düşünde bile göremez işler düşlerin gördüğü işleri.”

Can Yücel

Reyhan KocabalReyhan Kocabal

Yorumlar