Miras Nedir? Antakya

Nereye bakarsa oraya gidermiş insan. Anılardır bizi ayakta tutan. Biliriz bazı şeylerin anahtarıdır onlar. Kayıplar yaşadım; geçmiş, gelecek, kök, miras sorguluyorum aylardır, yıllardır. Babam gittiğinde annem bize emanetti, onu da bu yıl haziranda sonsuzluğa uğurladık. Ara ara sorarım, sorgularım miras nedir?

“Miras; mühimdir, önemlidir, yaşama dair geçmiş ve geleceğin kesiştiği noktalardır” dedi yol arkadaşım, minnettarım.

Sahi nedir miras? Anıların adıdır, hatırlanan sözdür, hissettirdiğin gururdur. Miras unutulmamaktır, kök salmaktır. İnsanın duruşu, bakışı öğrettikleridir miras. Hayatın her evresinde farklı savaşlar verenin, adil mücadelesindeki doğrudur. Yol gösterici deniz feneridir. Miras, sınırdaki ay anlamına gelen Hatay’dır.

Sahi nedir miras?

Hırs ve egoya en hızlı kim çarpar? Tarihi geçmiş kalp kırıklıkları ne zaman çöpü boylar?
Hayatta kalmanın tarifi var mıdır? Birkaç iyi arkadaş, geçinebilecek kadar para, yapmaktan zevk alınan iş, aile…

Hep hüzünlü zamanlarda yola çıktık. Yine kendi kendimizle kaldığımız zamanlar yaşadığımız son günler, deprem on bir ili vurmuş, büyük kayıplar, çaresizlik çok acı verici.

Kimseye ‘Neler hissettiğini çok iyi biliyorum’ deme lütfen. Çünkü karşındakinin neler hissettiğini aynısını yaşamadan bilemezsin.

İyi insan olmak ekstra mesai isteyen bir şey. İyiliğin fazla yüceltilmesi ve içimizdeki şeytanla anlaşmadan iyi insan olunamayacağını düşünenlerdenim.

Yaşamım boyunca kalbim hiç bu kadar ağrımamıştı.

Hiçbir şey yapamamak bu denli zoruma gitmemişti.

Bu gece gökyüzünde yıldızlar değil, sevdiklerimiz var.”

Zülfü Livaneli‘nin muazzam romanı Serenad‘dan bir alıntı.

Korku mu, sevgi mi davranışa yön veren?

Empatinin yetmediği saatler, günler yaşadığımız. Suçlulukla, yapılacaklarda eksik kalma duygusu, uykusuzluk, suyu ve yemeği yutamamak insan yönümüz. Bunlara sahip olmayanlara duyduğum öfke ile sığındığım dayanışma, sevdiklerim, dualarım, yürüyüşlerim, üretebildiğim kadar işim, sanat… nefesim kesiliyor.

Ercan Kesal’ın “Cebimde Kalan Ekmek Kırıntıları” kitabı ilaç gibi geldi, bir gecede okudum. Bize diğerkâm lazım.

Şöyle yazmış Kesal; “Empati”, karşındakini anlamak aslında. Anlayarak iletişimi sürdürmek. Diğerkâm” ise kendini karşıdakinin yerine koymak. O çok tuhaf, çok daha başka bir şey. Diğerkâm olmak deyince karşındakini anlamayı kastetmiyorsun, artık karşındakiyle bir olmayı kastediyorsun. Böylece onun bütün özüne vâkıf olmayı kastediyorsun. Empatide bir mesafe var. Karşındakini anlıyorsun, bu güzel ama o kişiyle aranda hep bir ayrılık kalıyor. Acısını çekmiyorsun, kederini almıyorsun. Diğerkâm da ise karşındakini kendi benliğine, özüne yerleştiriyor; o oluyorsun. O olduğun zaman, diğerkâm olduğun zaman mesafe de kalkıyor. Mesafe kalkınca soyut çabalar yerini somut adımlara bırakıyor ve işte o zaman onarım başlıyor. Yeter ki dayanışmamızı bugünlük değil ömürlük kılalım.

Temel mesele klişeler sanki, ezber konuşmayı bırakmalı. Aslında kendini aramak miras. Sen kendine ne kadar sahipsin?

Ölümden sonra hayat dediğimiz şey dünyada bıraktığımız mıdır? Ne kadar mümkündür hatırlanmak? Nereye kadar?

Fakirlik nedir? Çaresizlik sonuçları yaşadıklarımız fakirlik değil midir?

Engelleyenler nedir?

Gelenekler mirasın içinde midir?

Bu dünyadan gittikten sonra duyguların ve değerlerin hiç önemi yok. Sonrası?

Ne yapmayalım? Onu da Sabahattin Ali demişti;
Nedense, hayatta bir müddet beraber yürüdüğümüz insanların başına bir felaket geldiğini, herhangi bir sıkıntıya düştüklerini görünce bu belaları kendi başımızdan savmış gibi ferahlık duyar ve o zavallılara, sanki bize de gelebilecek belaları kendi üstlerine çektikleri için, alaka ve merhamet göstermek isteriz. Biz yaşamadık çok şükür demek bize iyi gelmeyecek, gelmiyor. Birbirimizi onarmak için aletler sırtımızda daima olacak ve yorulmayacağız.

Sahi nedir miras?

Bırakmak istediğim anılar arasında en çok yemek kokuları ve bayram sofraları olmuştur.

Ölümsüzlük belki de bazı duyguları ve değerleri öldürmeyi göze almaktan geçiyordur. Belki de bizim anladığımız şekilde hiçbir olay, yer, zaman yoktur evrende. Zaman ve mekan algımız farkında olmadığımız büyük bir bütünün parçası olabilir.

Yani bir düşünce ve davranış tarzı toplumları oluşturan fertlerin belirli bir oranı tarafından benimsendiği an, mesafenin önemi olmaksızın zihinden zihne aktarılabiliyor.

 

 Emile Durkheim tarafından ortaya atılmış bir kavram. Durkheim der ki ‘aynı toplumun ortalama yurttaşlarının ortak inançlar ve duygular bütünü, kendine ait bir hayata sahip özel bir sistem oluşturur; bu sistemi kolektif bilinç olarak adlandırabiliriz’.

Çağın gerçeği kolektif deneyim, sanal ortamlarda karşılaşmadan ibaret. Gerçekte olması gereken köklerimize daha çok dönme zamanı. Aynı zamanda kalıpları kırmak, duvarları yıkmak, değişimi istemek ve değişmek şimdi. Bu zamanda olanın olmayana borcu var.

Öncelikler sonralıklar sıralaması, nedenleri kabul etme, sorumluluk alma ve yerine getirme , sonuçlandırma zamanı. Yaralarımızı sarma, hesap sorma zamanı şimdi. Yüzüncü yılda geçmişe ve geleceğe borcumuz var.

Umut ve inatla yola devam ediyoruz. Bilimle ve yetkinlikle birlikte örgütleniyoruz (meslek odaları, avukatlar gibi), delil topluyor hesap soruyoruz. Yapılacakları belirleyerek aksiyon alıyoruz. Yapılanları denetliyoruz eskisi gibi değil eskisinden daha iyi olmasını kucaklayarak, dinleyerek, severek, yardımlaşarak sağlayacağız. Bunu ancak ahlak, vicdan ve bilimle yapacağız. Yapabiliriz!

Seçimin zamanında yapılması ve eğitimin devam etmesi şart. Üzerimize düşen ne ise birlikte yapacağız. Bize güveniyoruz. Mucize dediğin şey yapmaktır. Mucize çalışmaktır. Yazmaktır, sabırdır.

Korktuk evet, bundan sonrası askıda hayat İstanbul. Çaresizlikle ve derin travmamızla yaralarımızı sarmak için kenetlenmemizdeki birlikteliğimizi ‘’askıda hayat’’ gibi yaşadığımız, başta İstanbul için yapılacaklar konusunda da kısa sürede insan yönümüzle, dayanışma, anlaşma, bilimle desteklenen  ve doğru  iletişimle, birbirimizin yüzüne ta gözünün içine bakarak, rehber olarak gördüklerimizle aksiyonları alarak başarmayı ümit etmek istiyorum ve mümkün oldukça hayatı kaçırmadan bununla yaşıyorum.

Orta yaşlarımı yaşadığım bugünlere yaş almış büyüklerimin ‘’değerleri’’ kastederek dediği gibi ‘’eskiden daha iyiydi” demek istemiyorum. Bir finans profesyoneli olarak rakamlar ve ‘Bilanço’ kelimesi hiç bu kadar acı vermemişti. Evet hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Çünkü ‘daha iyisi’ olacak!

Ben Anadoluyum

Bir yanımdan şafak sökerken bir baştan bir başa
Her gün selam veriyor güneş, kurda-kuşa.
Dört mevsim bir yaşarım, yok cihanda böyle eş,
Akşam sefasından, ufuklardan batıyor güneş.
İşte ben Anadoluyum, yiğidim çatıktır kaşım,
Bir babanın öz oğluyum, yedi kardaşım.
Yedi oğlum var biri Aras’tır, bir ucunda Serhat,
Bir kızım var Dicle’dir, bir oğlum var Fırat,
İki ikizim var Seyhan-Ceyhan kıskançlık verirler ya da,
Her nesneye can verilir, yeşil Çukurova’da.
Bir oğlum var, uzun boyludur rengi Kızıl ya,
Bir kızım vardır, kaşları hilaldir adı Sakarya.
İşte benim ben, ben Anadoluyum.
Ben Türk’üm, Kürd’üm, Zaza’yım, Laz’ım, Çerkez’im, Dadaş’ım!
Dedik ya… Bir babanın öz oğluyum, yedi kardaşım,
Ben Karadeniz’de Laz’ım Hazar Denizi’nde Abhaz’ım,
Bir elimde kemençe, bir elimde sazım.
İşte benim ben, ben Anadoluyum!
Ağrı Dağı’nda güvercinim.
Bitlis’te Ahlat, Van’da Gevaşım!
Ben Bingöl dağlarında çobanım, Muş ile kardaşım.
Hakkari’de Ahmed-i Hani Feqiye Teyrana kuşum
Ben Cizre yollarında Mem-u Zin ile yoldaşım
Batman’da petrol, Diyarbakır ovasında pamuk,
Melikahmet dükkanında kumaşım.
Siirt’te Koçero, Mardin’de Süryani, Antep’te Şahin,
Urfa’da Halil-ul Rahman sofrasında aşım.
Ben Erzincan’da Terzi Baba Elazığ’da Gagoşum.
Ben Munzur’da alevi, Sivas’ta kızılbaş’ım.
İşte benim ben, ben Anadoluyum!
Ben Hatay’da Arap’ım,
Habib-i Neccar’a yandaşım,
Ben Malatya, Adıyaman, ben Maraş’ım,
Ben Kayseri, Kırşehir, Kırıkkale, eğilmez başım.
Ben Yozgat, Tokat, Ankara vatan duvarında taşım.
Adana, Antalya, İzmir, Bursa’dan hoşum
Sakarya, İzmit, İstanbul aşkıylan sarhoşum,
Ege’de Efe Trakya’da Roman
Marmara’da Mamoşum,
Ben “Yurtta sulh Cihan’da barışım”
Ben Kuran-ı Kerim’in ışığında çağdaşım
Ben Anadolu erenleri Mevlana, Yunus, Hacı Bektaşım!
Ey sevgili kendine gel… Sen; Bensin…Ben; Sizim.
Çanakkale’de yatan binlerce kefensizim.
Beni benden ayırmak ne mümkün,
Aynı bedenim, aynı kemiğim, aynı tırnağım, aynı dişim.
Ben anayım, ben babayım, ben dayı, yeğenim, ben eşim.
Ya Rabbi! Sana arzuyu niyazım var; “ayırma beni Hak’tan”
Ya Rab! koru beni düşmanlardan, dış mihraklardan.
Otuz beş yıldır … “Ne baharım var ne yazım, mevsimde kışım.”
Ben üzgünüm, ben kırgınım, ben ağlayan gözlerde yaşım.
Ben GÜRHAN’ım, garip OZAN’ım, bu topraklarda vatandaşım.

OZAN HACI GÜRHAN

Reyhan KocabalReyhan Kocabal

Yorumlar