Fransa hükümetinin çöpe atılan kıyafetlere tamir edilerek giyeceklere katkı vereceği haberini okuduğum andan itibaren kafamda deli sorular, düşünceler. Son dönem kullandığımız ve çokça duyduğumuz sürdürebilirlik kavramı için yapılabilecekler var: Önce, kendimizden başlamalıyız.
Gömlek yakaları çevrilerek giyilmeye devam eden evlerde büyüdük biz. Hızlı moda kavramı bitmeli, bitecek. Ucuz mal alacak kadar zengin değiliz hiçbirimiz.
Yıllardır kağıt, plastik, camı çöpte ayrıştırırım. On yıldan fazladır giydiğim ipek elbiselerim var. Alırken değer yarattığım gibi o değere de uzun yıllar kıymetbilir bakmanın bir kültür olduğu kanaatindeyim. Tüketim kültürü bir bütündür. Hem insanı ve insani ilişkileri, hem eşyayı hızla tüketmeyi bize dayatan kapitalizme ancak hem dünyevi hem de manevi ilişkilerimizin tamamında kaliteye uzun yıllar vefa göstererek dur diyebiliriz. Döngüsel Ekonomiyi bu felsefi okumalardan ayrı uygulamak mümkün olmamalıdır. Ne dersiniz?
Elektrikli termosifon kullanırım ve duş alırken sabunlanırken, diş fırçalarken suyu kapatırım. Misafir kaldığım kombili evlerde ısınması için su akıtılması gerekir mi öğrendim. Su kaybının çok fazla oluşu hep dikkatimi çekmiştir. Kova ve maşrapa ile yıkanılan çocukluğumuzdan tasarrufu büyüklerimizden öğrenmiştik. Banyo kurnelerinden, önce plastik kova ve maşrapa sonra da duşlu başlıklara geçtik büyürken.
Annem bayat ekmekten tatlılar yapardı. Fazla aldığım ekmeği buzdolabında muhafaza ederim ve yiyeceğim kadarını 10-15 dk önce çıkarırım veya ısıtır yerim. Bizde ekmek asla çöpe atılmaz. Diş etlerine zararlı olduğunu öğrendiğimden bu yana uzun yıllardır beyaz ekmek tüketmiyorum. Çöpte ve çöp kenarlarında torba içindeki ekmekleri gördüğümde hiç anlayamam. Servet kaybı.
Adam Grant şöyle diyor: “İnsanlar ürettiğiniz hacimden etkilenebilir, ancak etki yarattığınız değere bağlıdır. Başarı, daha fazla iş yapmak değildir. Daha değerli şeyleri iyi yapmakla ilgilidir.
Tüketim toplumu yaşadığımız çağın ruhu olmalı mıdır?
Nesillerin kabulleri midir bunlar?
Oyalı kurulama bezlerinden havlu kâğıdına, cam bardak altı dantel örtüsünden pet şişelere, döpiyesten Jean pantolona geçer gibi özensizlik içinde geçildi modern yaşam adı altında. Değişirken yok etmeyi sorgulamalar dönemindeyim. Gerçek ve doğru nedir?
Uzun yıllar boyunca pazarlama stratejisi, marka yönetimi ve pazar araştırma alanlarında çalışmalar yürütmüş olan Akan Abdula Para dergisinde Twitter’ın adının X olmasıyla ilgili olarak şöyle diyordu “Gelecekle ilgili bir derinlik eksikliğimizin olduğu kanısındayım. Hala bugünün problemlerini, dünün öğretileri ile analiz ediyoruz gibi geliyor. Metaforik olarak bakacaksam, anahtarı kaybettiğimiz yerde değil hep ışığın altında arıyormuşuz gibi hissederim” diyen Abdula, sözlerine şöyle devam ediyor: “Işık, eski bildiklerimiz. Evet biz anahtarı kaybettik. Ama ışığın altında kaybetmedik. Yeni bir dünya var, orada kaybettik. Yeni yaşanan devrimlerde kaybettik tüm eski öğretileri. Son 20 yılda algoritma devrimi, dijital devrim, veri devrimi yaşandı. Kötücül sorunlar ve belirsizlik çağına girdik. Problemler kendine özgün hale geldi. Problemlerin net bir tanımı yok. Pazarlamanın oyun alanları kısıtlandı. Hatta sadece Covid bile her şeyi hızlandırdı, değiştirdi. Yani son 20 yılda tüketici ile ilişkimizde bir yıkım geldi. “Çünkü pazarlamada son 50 yılda öğrendiklerimizin gelecek 50 yıl için geçerliliğinden ben pek emin olamıyorum. Dolayısıyla eski prensipleri alıp Musk hatalıdır demek bana riskli geliyor.”
Benzer şekilde kıymet, eder ve değer kavramları takıldığım diğer konular. Tam da bugünlerde Gazeteci, Yazar Yaprak Özer’in babası için yazdığı yazı karşıma çıktı duygularımız ortak, benzer.
“Bir şeyin “ederi” ya da “değeri” olması, onun başkaları tarafından takdir edilmesini, önemsenmesini veya arzu edilmesini sağlar.
“Bir şeyin veya bir kişinin sahip olduğu değeri, önemi ifade eden bu kelime, dilimizde değeri yüksek, değerli olan anlamında kullanılıyor. Kıymet, somut ve maddi nesnelerden, soyut kavramlara ve insanlara kadar farklı alanlarda kullanılabiliyor. Aynı nesne, fikir veya insan, farklı insanlar veya toplumlar tarafından farklı kıymetlere sahip olarak algılanabiliyor. Kıymet, kişisel tercihlere, kültürel normlara, zaman ve mekâna göre değişebiliyor. Bir insanın kıymeti, onun sadakati, anlayışı ve desteği ile ölçülebilir. Bir fikrin kıymeti, topluma veya bilime olan katkısı ve yararıyla değerlendirilebilir.
Kıymetli bir insanın değeri, kişisel nitelikleri, yetenekleri, etkisi, başarıları, insanlara ve topluma katkıları, sosyal ilişkileri, empati, adalet ve hoşgörü gibi etik değerleri, ahlaki yönleri ve toplumda kabul gören diğer değerlerle şekillenip, ailesi, arkadaşları, toplumu ve diğer insanlarla olan etkileşimleriyle ilişkilendiriliyorsa… Değeri yüksek bireylerin ederi neden paralel olarak artmaz?
İnsan değerine saygı, eder kavramına şekil, kıymete iadeyi itibar sağlamak üzere yola devam edeceğiz… durmak yok.” diyordu ne kadar da haklıydı.
Her yer ne kadar kalabalık. Şehrimde birey olmak zorlaştı. Kendi şehrimde gurbette gibiyim, İskeleye kadar yabancılar her yerde yanımda yakınımda. Kaba, bakımsız, özensiz olmaları. fütursuz davranışları beni/bizleri rahatsız ediyor. Kendi şehrindeki gurbetçileriz biz. Sahip olduklarımız olamadıklarımız çok da anlamlı gelmiyor sanki. Geride kalan şehir silüeti taş canavar sanki.
Gemi demir almış adaya giderken ben ileriye ufka bakıyordum, arkadaşım şehirden uzaklaşmayı seyretmeyi seviyor.
Kendi yankı odalarımızda kaybolmamak için sosyalleşiyoruz, Sanalda acaba birlikte miyiz?
Dijitalleşme nereleri yakınlaştırdı, neler uzaklaştı bizlerden?
Hatırlattıklarımızı gerçekte unutmuş muyduk?
Gölgemiz hep bizimle iken yalnız sayılır mıyız?
Burgaz Ada’nın huzuru veren tenhalığı mıdır?
Nereye aitim ben? Tabiki cevabım: Yeşile & Maviye.
Adadaki ıssızlığı bozan maksimum on kişi içinde sürekli öpüşen lezbiyenlerle mi test edilecek özgürlüğümüz?
Her şey, her insan bugün bize emanet. Geçmişten geleceğe duyularımızı açarak, açgözlülüğe ve kayıtsızlığa karşı durarak, neşe ve şefkatimizi koruyan kültürün yanındayız.